Nasıl Kötü Bir Zamana Denk Geldi Ömrümüz…
“Alt tarafı bir çiçek koklayıp, bir hayvan sahiplenip, birkaç insan tanıyıp, sevip gidecektik bu dünyadan.” Demiş şair. Küçücük, mütevazı hayallerle yaşamaya gelmiştik; bir çocuğun gülüşüne ortak olmak, yolda yürürken yüzümüze değen rüzgarı hissetmekti niyetimiz. Fakat ömrümüz, vicdansızların, sapıkların, katillerin, nefretin, cehaletin ortasına düştü. Kendimizi kabusun içinde bulduk; her köşe başında korku, her gün yeni bir acı. Nasıl kötü bir zamana denk geldi ömrümüz…
Eskiden “dünyanın tadını çıkar” derlerdi, biz de safça inanırdık buna. Oysa şimdilerde “dikkatli ol,” “kork,” “temkinli ol” sözleriyle büyüyor insanlar. Bir çiçeğe bakarken bile “koparıp yok eden biri çıkmasın” diye endişeleniyoruz. Bir hayvanla dost olurken, ona zarar verecek kötülüklerin varlığı aklımızdan çıkmıyor. İnsanlara güvenmek ise artık çocukça bir hayalden öteye gitmiyor.
Ne oldu bize? Neden bu kadar ağır bir karanlık çöktü üzerimize? Sanal dünyada bile hiddet, linç ve nefret dilinin hâkim olduğu bir çağda yaşıyoruz. Birbirine tahammül etmeyen, farklılıklara düşman kesilen bir toplumun içinde, iyiliğe sarılmak, saflığı korumak adeta bir mücadeleye dönüştü. Vicdan, şefkat, empati gibi kavramlar giderek soluklaşıyor. Ve biz, içinde ışık bulmakta zorlandığımız bu çağda, yaşamak için bir sebep bulmaya çalışıyoruz.
Peki, nasıl çıkacağız bu karanlıktan? Belki de tek yol, ne olursa olsun kendi içimizdeki iyiliği diri tutmak. Bir çiçeği korumaya çalışmak, bir hayvana sahip çıkmak, bir insana sevgiyle yaklaşmak, tüm bu çirkinliğin içinde değerli bir direniş olabilir. Etrafımızı çevreleyen karanlığa rağmen, ışık olmanın yolunu bulmalıyız. Zor, biliyorum. Ama yine de, belki de böyle bir zamanda iyiliği korumak, en büyük devrimdir.
Belki, bu kötü zamana rağmen, en iyisi olmasa bile en iyisini yapmaya çalışan insanlar olabiliriz. Belki kötülüğün ağırlığı bizi yıldırsa da biz, inatla güzellikte kalabiliriz. Sırf bu yüzden bile, hala yaşanacak, hala korunacak bir şeyler var diyebiliriz.