Cemal İncesoyluerKöşe YazılarıTokat

Sabahı olmayan hiçbir gece yok!

Varsın, acılarımızı içimizde yaşayalım. Biliriz ki, herkesin bir acısı vardır, içinde. Kimimiz erken gelen bir ecelin yasını tutarız, kimimiz yoksulluğun pençesinde kaderimize küseriz, kimimiz de haksızlığın ve zulmün prangasında çırpınırız.

Derdimiz vardır, içimizde her gün büyüyen. Ülkedir derdimiz, Tokat’tır, ailedir, eşimiz dostumuzun derdidir, derdimiz… Kendisiyle barışık yaşayanlara şaşarım. İçimizde büyüyen bunca dert varken, kendi içimizde nasıl sükun buluruz?

Kıyamete kadar, sabahı olmayan hiçbir gece yoktur, bunu biliriz. Türkiye’nin alenen bir kuşatma altındayken, bir terör kıskancındayken, bir emperyalist ülkelerin tehdidi altındayken; dost bildiklerimizin yaptıkları acıtır canımızı. Hallac-ı Mansur’a taş atılırken, bir dostunun attığı gül karşısında çektiği ah gibi, ahlarımız olur.

Suskunluğum asaletimdendir
Her lafa verilecek cevabım var
Lakin bir lafa bakarım laf mı diye
Bir de söyleyene bakarım adam mı diye?

Dizeleriyle, yüzyıllar ötesinden hislerimize tercüman olan Hazreti Mevlana’ya selam olsun. Hazreti Mevlana, bu ünlü sözünü suskunluğun asalet olduğunu ve nefsinin hırslarına kapılıp her söze cevap vermediğine dikkat çekmiş… Mevlana, her sözün düşünce içermediğini, o nedenle her söze bir cevap vermek gerekmediğini anlatmış…

Okumak, öğrenmek, gözlemlemek bir insanı geliştirir, elbette. Lakin, insanlık tarihi kadar daha kalıcı bir şey vardır ki, oda acılar insanı büyütür. Acılar insanı yaşatır, direncini artırır, mücadelesinden vaz geçirmez; öfke ile nefis muhasebesi arasında doğru kararlar vermesini sağlar.

Ve gerçekten, Allah’ın evrensel bir taahhüdü ve yasası vardır ki, kıyamete kadar sabahı olmayan hiçbir gece olmayacaktır. Güneş yine doğudan doğacak, batıdan batacak. Kış kışlığını, puşt puştluğunu yapacak. İyiler ile kötüler, iyilik ile kötülük her daim tahterevalli gibi birbirini dengeleyecek. Barışın karşısında savaş, kin ve öfkenin karşısında merhamet, imanın karşısında inkar, tevhidin karşısında şirk, güzelin karşısında çirkin, hayrın karşısında şer, doğru sözün karşısında yalan olacak.

Bu seçenekleri seçmekte özgür bırakıldık. Lakin, bedelini ödemek koşuluyla…

Hem insanların, hem toplumların, hem de milletlerin kaderi; yaradan tarafından belli şartlara bağlanmış. İyi ve kötü, hemen hemen bütün kutsal metinlerde yer aldığı gibi, en son kitap Kur’anı Kerim’de detaylı olarak anlatıldı. Uyarılar, tavsiyeler, nasihatler yüksek belagatla insanların anlayabileceği şekilde günümüze kadar geldi.

Hristiyan ve Yahudi inançlarındaki “teslis” ya da şirke kapı aralayan ara elemanlar, Kur’anı Kerim’de net olarak reddedilip, kesin bir dille yasaklanmasına rağmen, ne yazık ki İslam coğrafyasında bu anlayışa öykülenen söz, hikaye ve menkıbeler üretildi/üretiliyor. Hala Hacı Hasan Efendi, filan hocaefendi, muhterem şeyh hazretlerinin sözleri üzerine amel etmeye zorlanıyoruz. Kur’anı Kerim ne diyor, Allah ne emrediyor, Resullullah ne söylüyor diye düşünüp, akıl edemiyoruz.

Koskoca 1.5 milyarlık İslam coğrafyası ve Müslüman kitlesi, bu safsatalarla, bu hurafelerle, bu bid’atlarla, bu menkıbelerle ve bu uydurulmuş hikayelerle savruluyoruz…
“Ümmetçilik” adına vatan sevgisine, millet aidiyetine karşı hor ve uzak duruyoruz. Oysa, 1400 yıllık İslam tarihine göz attığınızda, Halifeyi Raşidin döneminden sonra, Hazreti Peygamberin tesis ettiği “Müslümanlar kardeştir” ilkesi yerle yeksan edildi. Emevi ve Abbasi döneminde Müslümanlar “Araplar ve Acemler” diye iki kategoride değerlendirildi. Arap olmayan bütün Müslüman toplulukları “Acem” diye nitelendirilip, ötekileştirildi.

Günümüze kadar gelen “Arap Milliyetçiliği-Baascılık”, hala bütün ağırlığıyla devam ediyor. Hindistan’daki kask sistemi gibi, İslam coğrafyasında Müslümanlar iki sınıf olarak anlaşılıyor. “Türk Milleti” dediğimiz zaman ırkçı oluyoruz da; Arapçılığı, Farsçılığı ve Kürtçülüğü dillerine pelesenk yapan ulemalar ırkçı olmuyor, öyle mi?

Hazreti Peygamberin Veda Hutbesinde “Soyunu inkar eden soysuz” sözünü, bu kafadakiler nasıl anlıyor acaba?

İslam coğrafyası en sancılı bir zamanın içindedir. Türkiye iyi olmazsa, halkı Müslüman olan hiçbir ülke iyi olamaz. O sebeple, İslam coğrafyasının geleceği Türkiye’nin güçlenmesiyle doğru orantılıdır.

Benzer Haberler

Başa dön tuşu