AZ’IN KIYMETİNİ YOK BİLİR.

“Az”ın Ne Kadar “Çok” Olduğunu Ancak “Yok” Bilir
Hayat garip bir öğretmendir. Bazen sana dersini kalabalık sofralarda vermez de, boş tabaklarda anlatır. Bazen gürültülü alkışlarla değil, sessiz bir yalnızlıkta öğretir asıl gerçeği. O gerçek de şudur: Az’ın ne kadar çok olduğunu, ancak yok olan bilir.
Elinde her şey varken kıymet zor bilinir. Çünkü insan doğası, sahip olduklarını kanıksar. Su akar, musluğu fark etmez; ekmek vardır, kıymetini düşünmez; dost vardır, kıymetini zamanla unutur. Ama bir gün o musluk susar, o ekmek kesiliverir, o dost uzaklaşır… Ve işte o zaman, az dediğimiz şeyin aslında ne büyük bir nimet olduğunu anlarız.
Bir bardak suyu, çölde yürüyen bir yolcu kadar kim değerli görebilir? Ya da soğuk bir gecede ince bir battaniyenin, sıcacık bir sarılmanın kıymetini kim anlayabilir, evsiz birinden daha iyi? Çünkü yokluk, eşyanın ve duyguların değerini en net gösteren aynadır.
Hep daha fazlasını isteyen modern insan, aslında “çok”un peşinde koşarken huzurunu “az”da bırakıyor. Oysa mutluluk, çoğu zaman sadeliktedir. İki lokma yemekte, bir dost gülüşünde, bir çocuğun saf bakışında, bir annenin duasında… Bunlar çoğu kişi için “az” gibi görünür. Ama o “az”lar, yoksun kalanın gözünde bir ömre bedeldir.
Bu yüzden hayatın içinde azı küçümsememeyi öğrenmeliyiz. Çünkü bugün elimizdeki küçük mutluluklar, yarın karanlıkta el yordamıyla aradığımız büyük ışıklar olabilir. Bir lokma ekmek, bir yudum su, bir selam, bir tebessüm… Sahip olduğumuz ama farkına varmadığımız her “küçük şey” aslında içi dopdolu birer hazine.
Ve belki de asıl zenginlik, elindekinin kıymetini bilmekte gizlidir.
Unutmayalım:
“Az, bazen fazladır. Ve yokluk, bunu anlamanın en yalın öğretmenidir.”
Birkan Demirci