
İlk bakışta sert geliyor belki, ama gerçekler acıdır. Dostoyevski’nin sözleri yıllar öncesinden bugünü anlatıyor sanki. İnsanlığın düştüğü buhranı, çöküşü, duyarsızlığı… Artık kimse gerçekten düşünmüyor, dert edinmiyor, harekete geçmiyor. Herkes kendi küçük dünyasında, çıkarlarının peşinde.
Bir insan umutla bir şeyler yapmak istese, hemen alay ediliyor. Biri bir ağaç dikse “Bu ağaç büyüyene kadar sen yaşayacak mısın?” diye gülünüyor. Oysa birileri bin yıl sonrasını düşünüyor, geleceği dert ediyor. Ama onların sesi az, onları duymak isteyen yok. Çünkü herkes günü kurtarmakla meşgul.
Dünyayı sorumsuzca harcıyoruz. Ağaçları kesiyoruz, suları kurutuyoruz, hayvanları öldürmeyi spor sanıyoruz. Canilik artık normalleşti. Katliamları eğlenceye çevirdik. Ahlak bir kenara atıldı, vicdan rafa kalktı. Çocuk tacizcileri, hırsızlar, dolandırıcılar her gün ekranlarda ama kimse şaşırmıyor artık. Kötülüğe alıştık.
Kendimizi düşünüyoruz sadece. Geride kalan ne olursa olsun, umursamıyoruz. Açlıktan, soğuktan ölenler mi var? “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyoruz. Ama o yılan hepimizi sarıyor, farkında değiliz.
Bu düzen böyle devam eder mi? Etmez. Ya bir gün hep birlikte yok olacağız ya da silkelenip kendimize geleceğiz. Seçim bizim. Ama unutmayalım, çürüme devam ettikçe, iyiliğin yeşermesi daha da zor olacak.